Yakın tarihimizde Tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu olay; ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson’un, Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye iletilmek üzere Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Raymond Hare’ye 5 Haziran 1964 tarihinde şifreli teleks ile gönderdiği ve bir mesajdır . Mesaj önce kamuoyundan saklanmış, yaklaşık bir buçuk yıl aradan sonra 13 Ocak 1966 tarihinde Hürriyet gazetesinde tam metin olarak yayımlanmıştır. Daha sonra da hükümet tarafından halka açıklanmak zorunda kalınmıştır. Böylece bu olay tarihe ünlü “Johnson Mektubu” olarak geçmiştir. Bu mektubu o kadar önemli kılan unsur; Türk-Amerikan ilişkilerinin yönünü değiştirmesi, daha açık bir ifade ile Türk-Amerikan ilişkilerini alt üst etmesidir. Fahir Armaoğlu bu olayı şu şekilde yorumlamıştır :
“Nasıl 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini Türk-Amerikan münasebetlerinde bir dönüm noktası olmuş ise 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu da Truman Doktrini’nin açmış olduğu sağlam bir dönemi tersine çeviren bir dönüm noktası olmuştur ” . Johnson mektubunun Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkilediğini Kemal Arı şöyle ele almıştır: “…ABD Başkanı Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup, Türkiye’de artık zaten ters yüz olmaya başlayan Amerikan algısını, bütünüyle diplere doğru itiverdi”. Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi’nin yorumu da şu şekildedir: “Herhalde son olay (Johnson Mektubunu kastetmektedir) Türk-Amerikan münasebetlerinin bir dönüm noktasını teşkil edecektir. Gerçi Amerikalı dostlarımız kendilerine gösterilen her kırgınlığı “geçici” telakki etmek ve Türk dış siyasetindeki değişiklik ihtimallerini “şantaj” olarak değerlendirmek eğilimindedirler. Kendilerine bu güveni yapmakta oldukları yardımlardan vazgeçemeyeceğimiz konusunda besledikleri kanaatin verdiği anlaşılmaktadır. Ancak Amerikalı dostlarımız dış politikada meselelerinde sık sık yanılmışlardır. Şayet Türkiye’deki gelişmeleri de yukarıda tahlile çalıştığımız şekilde değerlendiriyorlarsa yeni bir yanılma arifesindeler. Zira Türk kamuoyu şimdi her şeyin üstünde tuttuğu Kıbrıs davasında ABD tarafından bir ihanete uğradığını görürse münasebetlerini bir şantaj olarak değil, fakat tabii bir tepki neticesinde gözden geçirecektir…”. Fahir Armaoğlu, “ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bu mektup, 1963-65 Kıbrıs bunalımının en mühim hadisesi olduğu kadar, belki bundan da fazla, gerek Türk-Amerikan münasebetlerinde, gerek Türk dış politikasında yeni bir dönemi başlatan bir belgedir”. diyerek meseleyi açıklamaya çalışmıştır. İşte, yazarlarında belirttiği gibi gerçekten de bu mektup Türk-Amerikan ilişkilerin de bir dönüm noktası haline gelmiştir. Johnson mektubu üslubuyla da dikkat çekici olmuştur. Diplomatik estetiği olmayan bu mektubun sanki tehdit eder şekilde yazılması da oldukça aşikâr olmuştur. Haluk Şahin’in aktarımıyla mektubu sonradan gören ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve aynı zamanda Kıbrıs uzmanı George Ball “Hayatımda bu kadar gaddar bir diplomatik mesaj görmedim” demiştir. Görüldüğü gibi ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı dahi mektubun üslubunun katı ve sert olduğunu belirtmiştir. Dikkat edilmesi gereken bir hususta, Türkiye’de görev yapmış Amerikalı diplomatlara Türkiye’de ne zaman görev yaptıkları sorulduğunda “Mektuptan önce”, “Mektuptan sonra” diyerek cevap vermektedirler. Bu mektup Amerikalı diplomatlar tarafından da sanki bir milat olarak görülmektedir. Esasen öylede olmuştur. Çünkü bu mektup bir dönemi bitirip, bir yeni dönemi başlatmıştır.
Lyndon Baines Johnson
Johnson, 27 Ağustos 1908 tarihinde ABD’nin Teksas eyaletinin Stonewall kasabasında doğmuştur. Tam adı Lyndon Baines Johnson olmasına rağmen genellikle Lyndon B. Johnson veya kısaca LBJ ya da Johnson olarak anılır. Johnson, 22 Kasım 1963 – 20 Ocak 1969 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanlığını yapmış ve aynı zamanda ABD’nin 36’ncı başkanıdır. Başkanlığa John F. Kennedy’nin bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine 22 Kasım 1963 tarihinde onun yerini geçmiştir. Johnson, 1934 yılında genç yaşta Amerikan Temsilciler Meclisine üye seçilmiş, daha sonra 1948 yılında Senatoya, 1960 yılında da Başkan adayı John F. Kennedy tarafından Demokratik Parti’den Başkan Yardımcılığına aday gösterilmiştir. Çekişmeli geçen başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Richard Nixon’dur. Seçimi Kennedy ve Johnson ikilisi çok az farkla kazanır. Kennedy, Başkan Yardımcılığına getirdiği Johnson’a pek fazla bir yetki vermemiştir. Yani şöyle de söylenebilir; Johnson, Kennedy’nin başkanlığı döneminde hep arka planda kalmıştır. Başkan Kennedy’nin bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra 22 Kasım 1963 tarihinde beklenmedik bir şekilde başkanlığa Johnson geçmiştir. Bir sonra ki seçimde Amerikan tarihinin en yüksek oy oranlarından birini (15 milyon) kazanarak tekrar başkanlığa seçilmiştir. Johnson’un başkanlığa geçmesiyle Vietnam Savaşı iyice büyümüştü. ABD, o zamanlar ikiye ayrılmış olan Vietnam’da, Güney Vietnam’ı desteklerken, Sovyetler Birliği ile Çin’de Kuzey Vietnam’ı desteklemekteydi. Aslında, Johnson ABD’nin Vietnam’daki iç savaşa karışması konusunda isteksizdi. Ancak Güney Vietnam’ın Kuzey Vietnam’a yenik düşmesi halinde bütün Uzakdoğu ülkelerinin Sovyet yayılmasının eline düşeceğinden endişe edilmekteydi. 1964 yılında Tonkin körfezinde Kuzey Vietnam’ın bir ABD destroyerine saldırdığı gerekçesiyle ABD kongresi Johnson’a Vietnam’daki Amerikan güçlerini arttırması yetkisini verdi. Bu olay ABD için Vietnam’da bir dönüm noktası olmuştur. Bu olaydan sonra ABD git gide kendisini kanlı bir savaş olan Vietnam Savaşı’nın içinde bulmuştur .
Johnson’un en büyük ideali ABD’de Refah Toplumu (Great Society) adını verdiği yoksulluktan arındırılmış herkesin yeterli sağlık koşullarına sahip olduğu refah bir ülke kurmaktı. Bu amaçla Medicare adı verilen özürlülere ve 65 yaşın üzerindeki yurttaşlara ücretsiz sağlık hizmetleri getiren bir sağlık sigortası sistemi kurdu. Irkçılığı ortadan kaldırmak için, 1964 ve 1968’de iki yurttaşlık hakları yasasının çıkmasını sağlayarak, 1965 yılında siyahîlerin oy kullanımının önündeki engelleri kaldırmıştır. Onun döneminde yoksulluk belirgin oranda düşmüş ve siyahîlerin ekonomik durumunda düzelme gözlemlenmiştir. 1968 yılına gelindiğinde 500.000’i aşan Amerikan askerinin Vietnam’da bir sonuç alamaması onun siyasi ilerleyişinin de sonu oluyordu. Öyle de oldu ve seçimlerde bir kez daha başkan seçilme hakkına sahip olmasına rağmen adaylığını koymamaya karar verdi. ABD Başkanları içerisinde Türkiye’yi ilk ziyaret eden Johnson, 64 yaşında 22 Ocak 1973 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
Johnson Mektubu ve Türk Kamuoyu
Johnson mektubu yaklaşık 1,5 yıl kamuoyundan gizlendi. Yani 5 Haziran 1964 tarihinde gelen mektup, ancak 13 Ocak 1966 tarihinde kamuoyuna duyuruldu. Açıklanması devlet sırrı diye mi? Yoksa siyasi rant kavgasından mıdır? Bilinmez, ama şu bir gerçektir ki Kıbrıs’a olan müdahaleyi 10 yıl geriye bıraktırmıştır. Metin Toker bunu şu şekilde dile getirmiştir: “…Benim bildiğim kadarı, biz Kıbrıs’a ciddi olarak ilk defa çıkartma yapmaya İsmet Paşa’nın başkanlığında, 1964 yazında azmettik. O teşebbüsümüz de Johnson’un ünlü mektubuyla durdurulmuştur…”. Türk kamuoyu, mektubun varlığını gelişinden bir-iki gün sonra basından öğrenilmiştir . Cumhuriyet gazetesinde şu şekilde bir manşet atılmıştır: “Johnson İnönü’yü Washington’a davet etti”. Aynı gün Milliyet gazetesinde mektubun gelişi konusunda “Çıkartma Geri Kaldı, (Johnson, Dün İnönü’ye Özel Bir Mesaj Göndererek İstişare Ricasında Bulundu), İnönü ABD’ye Davet Olundu” şeklinde manşet atılmıştır. Aslında 1964 yılında gelen mektubun açıklanması İnönü Hükümetine düşmekte idi. Fakat İnönü Hükümeti mektubun açıklanmasını uygun bulmamış, 1965 yılındaki seçimlerden sonra hükümet değişikliğiyle Demirel Hükümetine mektupların açıklanması yönünde baskı yapmıştır. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel mektupların açıklanmasını istemediği için sürekli ertelemiştir. 1966 yılının Ocak ayında yapılan senato ve millet meclisinde gerçekleştirilen Kıbrıs genel görüşmelerinde Demirel Hükümeti, 5 muhalefet partisinin ısrarlarına rağmen Johnson mektubunun yayımlanması için ABD’nin izni gerektiğini ileri sürmüştür.
Basın konuyu yakından takip etmiş ve zaman zaman gazetelerde mektubun varlığı hakkında bilgiler verilmiştir. En son Milliyet gazetesinin 4 Ocak 1966 tarihli sayısında ABD Büyükelçisi Parker Hart’ın verdiği demecini; “ABD çıkarmaya engel olmadı, Türkiye’ye sadece tavsiyede bulunuldu” yazmaktadır. Büyükelçisi Hart’a, gazetecilerin “Türkiye, Kıbrıs’a müdahalede bulunursa Amerikan Hükümeti bir ikinci defa bu müdahaleye mani olacak mıdır?” sorusu üzerine Hart şöyle demiştir; “Şu andaki faraziyenizin… ne olacağını ben kestiremem. Ancak, Kıbrıs’a yapmak istediniz müdahale teşebbüsüne hiçbir zaman hükümetim tarafından engel olunmamıştır. Sadece… dost ve kardeş olarak hükümetinize hükümetimiz tavsiyelerde bulunulmuştur” cevabını vermiştir. Görüldüğü üzere mektubun o sert üslubu Büyükelçi tarafından sadece tavsiye olduğu şeklinde söylenirken Kıbrıs’a yapılacak olan müdahaleyi durdurduğu da yalanlanmıştır. Fakat kamuoyunda oluşan Kıbrıs çıkarmasını ABD’nin engellediği gerçek mi yoksa yalan mı? Düşüncesinin netliğe kavuşması gerekiyordu. Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin , ABD Büyükelçisinin açıklamaları karşısında bu karmaşayı mektubun yayınlanmasıyla çözülebileceğini açıklamıştır. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel mektubun açıklanabileceğini, parti grubunda konunun görüşüleceğini ve diğer partilerinde herhangi bir olumsuz görüşü olmadığı takdirde mektubun iç politikada da istismar edilme olasılığı doğduğundan açıklanmasının uygun olacağını belirtmiştir. Fakat şu hususta vardır ki Başbakan Süleyman Demirel aslında mektubun açıklanmasını istememektedir. Millet Meclisi’nde olduğu gibi, Senato’da da Johnson mektubunun açıklanmasına mani olunmasını istemiştir.
Bir gün sonra Abdi İpekçi’nin “Başbakanın Basın Toplantısı ve Yine Mesaj Meselesi” başlıklı makalesinde “… Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede NATO için verilmiş silahları ve NATO’ya ayrılmış birlikleri kullanamayacağını hatırlatmıştır. Asıl önemlisi Türkiye’nin yapacağı bir harekât karşısına Sovyet Rusya çıkarsa, NATO’nun böyle bir Rus müdahalesini NATO’ya yapılmış addetmeyebileceğini, yani bu durumda Türkiye’nin yalnız kalabileceğini bildirmiştir… Bu nitelikte bir mesaj için bazı uyarmadan ibaret tavsiyeler deyimini kullanırsa bu ifade tarzı gerçek durum hakkında yanıltıcı bir intiba yaratacak niteliktedir. Zira… bir tavsiye değil, bir ihtar, hatta bir tehdit olduğunu ortaya koymaktadır. Bütün bu tartışmalardan sonra… herkesin gerçeği
anlayabilmesi için meşhur mesajın açıklanması artık herhalde zorunlu bir hale gelmiştir” demiştir. Mecliste Kıbrıs için genel görüşmeler başlamış ve bu görüşmede Tabi Senatör Ahmet Yıldız, ABD’nin yani Johnson’un yazdığı mektubun açıklanmasını istemiş ve “1963’den bu yana baş sorumlu ABD’dir. Türk-Amerikan dostluğunu bozan ne Amerikan milleti, ne Türk halkıdır. Sadece Johnson’un politikasıdır” diyerek Kıbrıs politikasını eleştirmiştir. Sonraki gün senatoya verilen iki önergede Johnson’un İnönü’ye yazdığı mektubun açıklanması istenmiş fakat senato başkanı iç tüzük hükümlerine göre önergeyi oya koyamayacağını bildirmiştir. Mektubu İnönü’nün daha önce gizli oturumda açıkladığını ve 10 yıl geçmeden gizli oturum zabıtlarının açıklanmayacağı belirtilmiş, bunun üzerine de usul tartışmaları senatoda başlamıştır. Kıbrıs görüşmelerinin üçüncü günü yani son gününde CHP’liler tarafından verilen Johnson’un mektubunun açıklanması konusundaki önergelerin başkan tarafından oylamaya konulmaması anayasaya aykırı olup olmadığı iddiaları tartışmalarıyla son bulmuştur. Bir-iki gün daha hükümetin Kıbrıs politikası tartışmaları devam etmiş fakat eski sıcaklığını koruyamamıştır. Fakat 13 Ocak 1966 tarihi geldiğinde yaklaşık 1 yıl 7 ay önce Johnson’un İnönü’ye yazdığı, açıklanmasının kanunen uygun
bulunmadığı ünlü mektup basına sızdırılacaktır.
Hürriyet gazetesi başyazarlarından Cüneyt Arcayürek 13 Ocak 1966 tarihinde Johnson mektubunun içeriğini Hürriyet gazetesinin manşetinden kamuoyuna duyurmuştur . Gazetenin baş kısmı “Hadiseler yaratan mektubun tam metnini açıklıyoruz :” şeklinde başlamış olup, ardından şu şekilde devam etmektedir: “Herkesin merak ettiği mektubu elde edip açıklamak bir gazetecilik görevidir Cüneyt Arcayürek bildiriyor: Aylardır Türk kamuoyu milli bir Kıbrıs konusu ve bu konunun önemli dayanaklarından birisi olan “Amerikan Bileşik Devletleri Başkanı Mr. Johnson’un mektubu” ile yakında ilgileniyor… biz gazetecilerin üzerine düşen tek görev Johnson’un mektubunu tam metin halinde ele geçirmek ve onu gazetelerimize vermekti. Ben, bugün bu görevi yapıyorum. Bu mektubun nasıl elde edildiği hakkında önümüzdeki günlerde bazı müthiş yorumları ve bağlantıları duyabilir ve okuyabilirsiniz. Çünkü her büyük olay üzerinde insanlar düşünür, konuşur. Johnson’un mektubunun ele geçirilip Hürriyet’te yayınlanması üzerinde de en az Meclis ve Senato’da konuşulduğu kadar laf edilecektir. Ama tarafsız bir gazete olarak Hürriyet, böyle bir mektubu ele geçirip yayınlamak suretiyle yaptığı gazetecilik görevinden sadece, şeref duyar” .
Bu cümlelerin ardından Arcayürek; ünlü Johnson mektubunu tam metin olarak aynı gazetede yayımlamıştır. Mektubun içeriğini maddeler halinde şu şekilde vermiştir :
“Tek taraflı harekete geçemezsiniz”, “Sovyetler müdahale ederse…”, “Sert tepki göreceksiniz”, “Bizim silahları kullanamazsınız”, “Kıbrıslı Türkleri toptan imha ederler”, “Güvenlik ve refahınızı düşünüyoruz”, “Menfaatinizle alakadarız”, “Geniş çapta muhasamata yol açar” ve “Her türlü kararı geri bırakın”.
Bu başlık ve başlıklar altındaki açıklamalarla, zaten varlığı bilinen mektubun içeriği de kamuoyu tarafından öğrenilmiş olundu. Mektubun bu şekilde açıklanmasından sonra ertesi gün yani 14 Ocak 1966 tarihli tüm gazetelerde mektubun içeriği yayımlanmıştır. Aynı gün Hükümet mektupların açıklanması kararını almıştır. Hürriyetin 14 Ocak 1966 tarihli sayısında “Johnson’un mektubunun gazetemizde yayınlanması üzerine Hükümet mektupları açıklama kararı aldı” başlığı yer almıştır. Ayrıca, Arcayürek mektubun açıklanmaması konusunu partiler arasındaki şu
çekişmelerden kaynaklandığını düşünmekte ve şöyle demekteydi: “…Son Kıbrıs genel görüşmeleri vesilesiyle, bu mektup, bir esrar, okunulmasından kaçınılan dehşetengiz bir vesika olarak siyaset sahnesine tekrar çıkmıştır. İktidarı zamanında, bu mektubu ortaya çıkmaması için elinden gelen hiçbir şeyi esirgemeyen CHP, Melis’te “Johnson mektubunu politikasına tek mesnet yapmıştır. İktidar partisi AP’de, bu mektubu CHP’nin ısrarı ile okutmamak için vazgeçmek istemediği bir inatla, direnmiştir. Mektubu elinde tutan CHP, görevin iktidara düştüğünü söylemeyerek açıklamaktan kaçınmakta, hükümetin görüşü ise en yetkili ağızdan “İcap ettiği takdirde yayınlanacağı” şeklinde bildirilmektedir. İktidar muhalefet Meclis’te ve Senato’da, içeride, dışarıda her yede açıklansın mı açıklanmasın mı diye tartışa dursunlar…”. Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı müdahale ile ilgi Amerikan Büyükelçisi Parker Hart’ın, gazetecilerden gelen soru üzerine verdiği yanıt sanki siyasetçileri andırır tiptendi. Gazetecinin sorusu şu şekilde gelmiştir:
“Türkiye, Kıbrıs’a müdahalede bulunursa Amerikan Hükümeti bir ikinci defa bu müdahaleye mani olacak mıdır?”
Hart’ın cevabı ise :
“Şu andaki faraziyenizin gerçek ölçüsü karşısında ABD’nin tutumunun ne olacağını ben kestiremem. Ancak, Kıbrıs’a yapmak istediğiniz müdahale teşebbüsüne hiçbir zaman hükümetim tarafından engel olunmamıştır. Sadece bu bölgedeki barışın idamesi için, her zaman olduğu gibi, dost ve kardeş devlet olarak hükümetinize hükümetimiz tavsiyelerde bulunmuştur” şeklinde olmuştur. Abdi İpekçi, ABD Büyükelçisi Hart’ın verdiği bu cevabı yorumlarken aslında daha açıklanmamış olan mektubun içeriğini biliyormuş gibi gazetedeki köşe yazısına şöyle yazıyordu: “…Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede NATO için verilmiş silahları ve NATO’ya ayrılmış birlikleri kullanamayacağını hatırlatmıştır. Asıl önemlisi Türkiye’nin yapacağı bir harekât karşısına Sovyet Rusya çıkarsa, NATO’nun böyle bir Rus müdahalesini NATO’ya yapılmış addetmeyebileceğini, yani bu durumda Türkiye’nin yalnız kalabileceğini bildirmiştir”.
Johnson Mektubunun İçeriği Nelerden Bahsediyordu?
Kamuoyu gazetelerden öğrendiği kadarıyla ABD Başkanı Johnson’dan bir mektubun geldiğini biliyordu. Fakat içeriği köşe yazarlarının yazdığı kadarıyla bilinmekte idi. Ancak gerek medya gerek siyasi çevreler mektubun açıklanması yönünde hükümete baskılar yapmış ve sonunda Hürriyet gazetesinde mektubun içeriği yayımlanmıştır. Şimdi, 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Johnson’un, Türkiye Başbakanı İnönü’ye diplomatik açıdan hiç estetik olmayan ve sert bir üslup kullanılarak yazdığı bu mektubu maddeler halinde sıralayarak anlatmaya çalışalım.
Johnson Mektubunun Ana Hatları
ABD tarafından Türkiye’nin bağımsızlığına, egemenliğine ve özgürlüğüne uzanan o mektubun ana hatlarını belirterek, altına mektubun içeriğini yazmayı uygun bulduk;
1. Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapılacağı müdahale için ABD ile istişarede bulunması gerektiğini söylemektedir. Çünkü Türkiye’nin böyle bir olay karşısında daha önceden Amerika Birleşik Devletleri ile istişarede bulunacağını taahhüt ettiğini yazmaktadır. Mektubun ilk paragrafı şöyledir;
“ Sayın Bay Başkan,
Türkiye Hükümetinin, Kıbrıs’ın bir kısmını askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtası ile sizden ve Dışişleri Bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki, geniş çapta neticeler doğurabilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından takip edilmesini, Hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile uyuşur saymıyorum. Büyükelçi Hare, görüşlerimi öğrenmek üzere kararınızı birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi.”
2. ABD yıllarca Türkiye’yi maddi yönden desteklemiş bir müttefik ülke olarak; böylesine önemli sonuçları olacak bir harekâtta istişare de bulunacak ülke olarak kendisinin görülmesini rica etmektedir. Ve mektubun ikinci paragrafı şu şekildedir ;
“Yıllar boyunca Türkiye’yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan ABD gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, Hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorarım. Bundan ötürü böyle bir harekete girişmeden önce Amerika Birleşik Devletleri ile tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.”
3. Tek taraflı olarak harekete geçme şartlarının oluşmadığı vurgulanmış ve 1960 Garanti Antlaşması gereğince karşılıklı görüşmelerin yapılması gerektiğini böyle bir görüşmenin de yapılmadığı için tek taraflı olarak harekete geçilemeyeceği belirtilmektedir. Ayrıca bu harekâtın Taksim yolunda atılan bir adım olduğunu vurgulamakta olup, mektubun üçüncü paragrafı şöyledir;
“1960 tarihli Garanti Antlaşması hükümleri gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Bununla beraber, Türkiye’nin düşündüğü müdahalenin, Garanti Antlaşması tarafından açıkça yasaklanan bir hal sureti olan taksimi gerçekleştirme gayesine yönelmiş olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. Ayrıca, söz konusu Antlaşma, teminatçı devletler arasında istişareyi gerektirmektedir. Birleşik Amerika, bu durumda bilcümle istişare imkanlarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçme hakkının henüz kullanılamayacağı kanaatindedir.”
4. Türkiye’nin bu kararı; bir Türk-Yunan savaşına yol açabileceği hususu öngörüldüğü ve iki NATO üyesi devletin böyle bir savaş içine giremeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Kıbrıs’a yapılacak olan müdahale durumunda; Sovyetler Birliği’nin olaya karışabileceği bunun sonucunda Türkiye’ye yapılacak herhangi bir Sovyet müdahalesinde NATO üyesi diğer ülkelerin Türkiye’yi koruma olanaklarının olmadığı belirtilmiştir. Çünkü Türkiye diğer NATO üyesi ülkelerle istişarede bulunmadı gerekçe olarak gösterilmiş olup, mektubun dördüncü paragrafı şöyle devam etmektedir;
“Diğer taraftan, Bay Başkan, NATO vecibelerine de dikkatlerinizi çekmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs’a vaki olacak Türk müdahalesinin, Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya götüreceği hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey’de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında, Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin kelimenin tam manasıyla “düşünülemez” olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemişti. NATO’ya iltihak, esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbiriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa, NATO’da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir. Aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye’den de beklenmesi gerekir. Ayrıca, Türkiye
tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliğinin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.”
5. Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’ta barışı korumak için çaba harcadığı, Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi sonucu bu çabanın boşa gideceği ve Birleşmiş Milletler’in bu harekâta çok büyük bir tepki göstereceğini yazmıştır. Mektubun beşinci paragrafı şu şekildedir;
“Diğer taraftan, Bay Başkan, bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye’nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. Birlemiş Milletler Ada’da sulhu korumak için kuvvet temin etmiştir. Bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, Ada’daki şiddet hareketlerinin azaltılmasında tedrici bir şekilde başarılı olmuşlardır. Birleşmiş Milletler arabulucusu henüz işini bitirmemiştir. Hiç şüphem yok ki, Birleşmiş Milletler üyelerinin çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir.”
6. ABD tarafından Türkiye’ye yapılan askeri yardımların daha önce imzalanmış antlaşmalar uyarınca ne şekilde ve hangi şartlarda kullanılacağı; ayrıca bu şartların Türkiye tarafından anlaşıldığı muhtelif zamanlarda ABD’ye bildirilmiş olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca Kıbrıs’a yapılacak müdahale için ABD’den alınan askeri yardımların kullanılmasına ABD’nin izin vermediği belirtilmiş olup, mektubun altıncı paragrafında şöyle demektedir;
“Aynı zamanda, Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ve Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı Anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 tarihli Anlaşmanın 14’üncü maddesi mucibince, askeri yardımın, veriliş maksatlarından gayrı gayelerde kullanılması için Hükümetinizin, Birleşik Devletlerin onayını alması icap etmektedir. Hükümetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şartlar altında Türkiye’nin
Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede ABD tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik Devletlerin muvafakat edemeyeceğini size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim.”
7. Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı harekât pek çok Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine yol açacağı, hatta korumak için gidilen Kıbrıslı Türklerin toptan yok olmasına sebep olacağı, bu yok oluşu Birleşmiş Milletler’in dahi durduramayacağı vurgulanmıştır. Söz konusu mektubun yedinci paragrafı şöyle devam etmektedir;
“Düşünülen Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete girişilmesi, kızgınlık doğuracak ve girişeceğiniz askeri hareketin, himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoğunun toptan imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.”
8. Johnson, mektubunda sözlerinin ağır olabileceğini fakat bunun böyle anlaşılmamasını ve ABD’nin, Türkiye’nin Kıbrıs meselesi için hep yanında bulunacağını belirtmiştir. Öte yandan sorunun ilgili ülkeler arasında her kesimin memnun olacağı şekilde çözülmesinde ısrar ettiğini belirten sekizinci paragrafında şöyle demektedir;
“Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin ilgisine karşı ilgisiz olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin etmek isterim. Gerçek alenen, gerek hususi olarak, Kıbrıs Türklerinin emniyetini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin nihai hal tarzının, konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletlerinin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.”
9. Türkiye’nin iyi bir müttefik olduğunu, güvenliği ve menfaatleri Amerikan halkını yakından ilgilendirdiğinden bahsetmiş, Türkiye ve ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı beraber savaştığını hatırlatmıştır. Ayrıca Türklere ve Kıbrıslı Türklere gelecek bir tehlikeyi desteklemeyeceğini belirten Johnson, dokuzuncu paragrafını şu şekilde kaleme almıştır;
“Fakat herhalde bilirsiniz ki, politikamız Atina’da en sert şekilde kızgınlığa yol açmış (bizim aleyhimizde orada nümayişler yapılmış) ve Amerika Birleşik Devletleri ile Başpiskopos Makarios arasında esaslı bir uzaklaşma usule getirmiştir. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında Dışişleri Bakanımıza da söylediğim gibi Türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük bir değer veriyoruz. Sizi, kendisiyle temel ortak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmişizdir. Sizin güvenlik ve refahınız ABD halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiş ve bu alakamız en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. Biz ve Siz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana taşımaktadır ve bunun, Hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. Kıbrıs’la ilgili olarak, Türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. Nihai bir çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.”
10. Yapılacak harekât sonucunda sadece Yunanistan ile Türkiye arasında bir savaş olmayacağı, bunun önceden bilinmeyen daha ağır sonuçlara sebep olacağı belirtilmiştir. Türkiye, eğer ABD ile istişare etmeden Kıbrıs’a yapacağı harekâttan vazgeçtiğini ABD Büyükelçisine iletmez ise bu olayın gizli kalmayacağını ve NATO’nun ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acilen toplanması için girişimde bulunacaklarını belirterek Türkiye’yi üstü kapalı olarak tehdit eden mektubun onuncu paragrafını şöyle yazmıştır;
“Nihayet, Bay Başkan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini öne sürmüş bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve Birleşik Amerika arasındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesine giden meselelerdir. Bunlar, sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak doğurmakla kalmayacak, fakat Kıbrıs’a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı, önceden kestirilmeyen neticeler sebebiyle, daha geniş çapta çarpışmalara yol açabilecektir. Sizin Türkiye Hükümetinin Başbakanı olarak mesuliyetleriniz var, benim de Birleşik Amerika Başkanı olarak mesuliyetlerim mevcuttur. Bu sebeple, en dostane şekilde sizi şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete girişmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’den isteğinizi kabul etmeyecek ve NATO Konseyi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin acilen toplantıya çağırılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.”
11. Johnson son cümlelerinde, Türkiye’ye bu hususu şahsen görüşmek için gelmek istediği fakat mevcut anayasa gereği bunun mümkün olmadığını belirtmiş ve ABD’ye Başbakan İsmet İnönü’yü bu konuyu görüşmek için davet etmiştir. Daha sonra da ABD ile görüşülmeden herhangi bir harekâta girişilmemesi ve planlanan her türlü harekâttan vazgeçilmesi rica edilmiştir. Johnson’un mektubunun son satırları şu şekilde bitmiştir;
“Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Ne yazık ki mevcut Anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika’dan ayrılamamaktayım. Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin sağduyu ve sulh yoluyla çözülmesi hususlarında sizinle benim çok ağır bir mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla, aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız her türlü kararı geri bırakmanızı rica ederim.”
Johnson Mektubu Üzerine Yorumlar
Mektup içeriği itibariyle sert ve tehdit içerdiği için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığına uzanan bir hareket olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Johnson, mektubunda 1947 yılında imzalanan Türk-Amerikan Yardım Anlaşması’na dayanarak, verilen askeri malzemeyi Kıbrıs’ın savunmasında kullanamayacağını söylüyordu. Gerçek bir müttefik nasıl olur da yaptığı askeri yardımı “benim iznim olmadan istediğin gibi kullanamazsın” der. Bu görüş müttefiklikle ilgisi olmayan ve Türkiye’nin bağımsızlığına uzanan bir yetkidir. Şerafettin Turan konu ile ilgili şöyle demektedir; “ABD Başkanı, 5 Haziran’da İnönü’ye yazdığı mektupta, hiç de diplomatik ve nazik olmayan bir dille, Türkiye’nin, Amerikan yardımı olarak verilmiş bulunan askeri malzemeyi, Kıbrıs’a müdahale için kullanmasına razı olmayacağını bildirmişti” diyerek mektubun içeriğine ve üslubuna değinmiştir.
Öte yandan yapılacak bir harekâtta Sovyetler Birliği’nden gelecek herhangi bir tehlikeye karşı NATO üyesi olan bir ülke nasıl korunamaz, nasıl tek başına bırakılır bununda sorgulanması gereklidir. Şerafettin Turan bir yazısında “…Türkiye, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye müdahalesi sonucunu doğuracak bir adım atacak olursa, öteki NATO üyelerinin Türkiye’ye yardım yükümlülükleri bulunup bulunmadığını henüz gözden geçirmediklerini söyleyerek, olası bir Sovyet saldırısı karşısında Türkiye’yi yalnız bırakacakları biçiminde bir de gözdağı vermişti” diyerek konuya ışık tutmuştur. Hatta “müttefik” ABD, olası bir Kıbrıs harekâtında NATO ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya acilen çağıracağını bildirmiştir. Yani Johnson, bu cümlelerle
Türkiye’ye, “eğer harekâttan vazgeçmezseniz bu olay gizli kalamaz, NATO’yu ve BM Güvenlik Konseyini toplantıya çağırırım” tehdidiyle gözdağı vermeye çalışmıştır. Bu tehditlerle “galiba” ABD, müttefikimiz olduğu için böylesine tehditkârı bir hava oluşturmakta idi!
- Bu çalışmanın tüm hakları Şükrü Mucuk adlı kişiye aittir…